Haber

RTÜK’ten Tele 1’e Üç Gün Yayın Kapatma Cezası: “Müdahale Demokratik Bir Toplumda Gerekli ve Ölçülüdür”

MAHİR BAĞIŞI

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) TELE 1 yayınlarını üç gün süreyle durdurma cezası kararı, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi’nin kararıyla kesinleşti. Oy çokluğu ile alınan kararda, “Diyanet İşleri Başkanlığı, tüm Müslümanları değil, sadece bir mezhebi temsil eden, diğer inanç ve mezhepleri dışlayan, bir mezhebin kara propagandasını yapan bir kurum olarak tanımlanmakta ve bu durum vasıflandırılmaktadır. farklı din ve mezheplere mensup bireyler arasında kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı bir dil kullanılarak iktidar tahakkümüne yol açabileceği ve nefret iklimi yaratmaya hizmet edebileceği sonucuna varılmıştır… Söz konusu müdahalenin, 3 gün ara verilmesi ‘demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü’dür.

RTÜK, 20 Eylül 2022 tarihli toplantısında; Enver Aysever’in sunduğu ‘Ayrıntılar’ programında Türkiye İşçi Partisi Sözcüsü ve İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil’in Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili sözleri nedeniyle Tele 1 televizyonuna 3 gün yayından kaldırma yaptırımı uygulanmasına karar verildi.

Tele 1, RTÜK’ün kararına itiraz etti. Ankara 2. İdare Mahkemesi, 9 Aralık 2022 tarihinde; RTÜK’ün savunması alınana kadar cezanın infazının durdurulmasına karar verdi. RTÜK, yürütmeyi durdurma kararına itiraz etti. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi, 19 Ocak 2023 tarihli kararıyla yürütmeyi durdurma kararını kaldırdı. Oy çokluğu ile alınan kararla RTÜK’ün Tele 1’e verdiği yayın durdurma cezası kesinleşti.

Mahkeme, kararını aşağıdaki ilişkilere dayandırdı:

“Söz konusu yayının 8 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde düzenlenen yayın unsuruna aykırı olup olmadığı ve uygulanan yaptırımların davacı yayıncı tarafından Anayasa’da güvence altına alınan basın ve ifade özgürlüğüne aykırı olup olmadığı. .

Bu bağlamda Kurul kararıyla davacı yayıncının ifade ve yayım özgürlüğüne idari yaptırıma tabi bir müdahalenin bulunduğu açık olduğundan, söz konusu müdahalenin hukuka aykırılık teşkil edip etmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Anayasa’da güvence altına alınan ifade özgürlüğü.

İfade özgürlüğüne müdahalenin Anayasa’nın 26. maddesine aykırı olup olmadığı incelenirken soyut bir değerlendirme yapılmaz; Yayında konuşmacının kullandığı konuşmanın türü, toplumsal tartışmaya katkı sağlama kapasitesi, söz üzerindeki kısıtlamaların niteliği ve kapsamı, sözcükleri kimin söylediği, kime yöneltildiği ve halkın haklarının tartılıp ölçülmediği ve diğerlerine karşı kullanılan kelimeler uygun bir şekilde değerlendirilmiştir.

“TOPLUMDA NEFRET DUYGULARI YARATABİLECEK KALİTE.”

Dava konusu yayında, program konuğu tarafından kullanılan ve yaptırıma esas teşkil eden ifadeler, Diyanet İşleri Başkanlığı ve İmam Hatip Liseleri aracılığıyla Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla din ve mezheplere ait; Tüm Müslümanları değil, sadece belirli bir mezhebi temsil eden, diğer inanç ve mezhepleri dışlayan ve bir mezhebin kara propagandasını yapan, farklı din ve mezheplere mensup bireyler arasında kutuplaştırıcı ve bölücü bir dile yol açabilecek, nefret ortamı yaratmaya hizmet ediyor. Bu durumda bir yaklaşımın Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla toplumdaki mezhepler arasında çatışma zemini hazırlayabileceği ve toplumdaki farklı mezheplere mensup kişiler arasında kin, düşmanlık ve kin duygularını ortaya çıkarabileceği ifade edilmektedir. , çünkü program konuğunun dile getirdiği söz konusu ifadeler kamusal sorumluluk anlayışıyla bağdaşmaz ve eleştiri sınırlarını aşar. ; Asılsız, genelleyici, şüpheli, ayrımcı ve ötekileştirici, toplumsal değerlerin hassasiyetlerini dikkate almayan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve imam-hatiplerin toplum nezdindeki prestijini baltalayabilen ve amaç edinen bu sözler; belli bir grup insan, farklı inanç ve mezheplere mensup kişi ve gruplarda. Ortada bölücü ve kutuplaştırıcı bir söyleme hizmet edebileceği ve toplumda nefret duyguları yaratabileceği anlaşılmaktadır.

“İLK BAKIŞTA MANTIKLI VEYA NORMAL GÖRÜNEBİLECEK İFADELERDE DE SAKLANABİLİR KONUŞMA”

‘Nefret söylemi’ teriminin genel kabul görmüş bir tanımı yoktur. Nefret söylemi olarak sınıflandırılabilecek görüş açıklamalarının tespit edilmesinde büyük sıkıntı olduğu görülüyor. Çünkü bu tür ifadeler sadece ‘nefret’ sözleriyle ya da duygularıyla ifade edilmiyor. Nefret söylemi, ilk bakışta mantıklı ya da sıradan görünebilecek kelimelerin içinde de gizlenebilir. Ancak, aşağılayıcı da olsa ifade özgürlüğü hakkının tam anlamıyla savunduğu sözcükleri, nefret söylemi olarak değerlendirilebilecek ve bu nedenle böyle bir savunmadan yararlanmayan sözcüklerden ayırt etmeye yönelik ölçütler ilgili esaslara dayanmaktadır. uluslararası metinler ve AİHM veya diğer mahkemelerin içtihatları. ortaya çıkarmak mümkündür. Öte yandan, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin ‘nefret söylemi’ konulu 30/10/1997 tarihli ve 97(20) sayılı Tavsiye Kararında ‘nefret söylemi’ kavramı şu şekilde tanımlanmaktadır:

Bu ilkelerin uygulanması amacıyla, ‘nefret söylemi’ terimi, saldırgan milliyetçilik ve etnosentrizm olarak anılan hoşgörüsüzlük, ayrımcılık ve azınlıklar, göçmenler ve göçmen kökenli insanlar. kışkırtan, cesaretlendiren veya haklı çıkaran her türlü konuşmayı kapsadığı anlaşılmalıdır.’

“NEFRET SÖYLÜMÜNDE, KENDİ GRUBUNU TANIMLAYAN TÜM BİREYLERİN, BELİRLİ BİR GRUP OLDUĞU NEDENİYLE HEDEF SEÇerek, HUZUR VE HUZUR İÇİNDE YAŞAMA HAKKI MÜDAHALEDİR”

AİHM’nin ifadesiyle, “hoşgörüsüzlüğe dayalı nefreti yayan, kışkırtan, teşvik eden veya meşrulaştıran her türlü konuşma” nefret söylemi olarak değerlendirilmelidir. Bu anlamda ‘nefret söylemi’ kesinlikle bir kişi veya gruba yönelik yorumları içerir. Nefret söyleminin gerekçesi, yalnızca o bireye ait olma olgusundan oluşmalıdır. Bir gruba veya grubun üyelerine yönelik söz nefreti teşvik ediyorsa ve bu teşvikin geçerli sebebi o gruba atfedilen özellikler ise, bir grubun üyeleri sırf bu grubun üyesi oldukları için aşağılanıyorsa, görüldüğü takdirde genel çoğunluktan farklı olarak, eğer toplumsal aksiliklerin faili olarak görülüyorlarsa veya bu grupların üyeleri veya üyeleri aşağılanıyorsa. Aşağılanmaları, haklarından mahrum bırakılmaları, maruz kaldıkları dışlanma, baskı veya şiddet hukuka uygun gösterilirse, söz konusu görüş açıklamalarının nefret söylemi içerdiği kabul edilebilir. Nefretin telaffuzunda, kendini o kümede tanımlayan tüm bireyler temelinde makul bir grupla ilgili olduğundan amaç seçilerek barış ve huzur içinde yaşama hakkına müdahale edilmektedir.

“Farklı Dinler ve Mezhepler ARASINDA İNSANLAR ARASINDA KUTUPLANDIRICI VE AYRIŞTIRICI BİR DİL OLUŞTURABİLECEĞİ VE NEFRET İKLİMİNİN OLUŞUMUNA YOL AÇABİLECEĞİ SONUÇU”

Divan kararındaki yaptırıma esas teşkil eden program konuğu tarafından kullanılan terimler bu çerçevede değerlendirildiğinde Diyanet İşleri Başkanlığı; Bütün Müslümanları değil, sadece bir mezhebi temsil eden, diğer inanç ve mezhepleri dışlayan, bir mezhebin kara propagandasını yapan, farklı din ve mezheplere mensup insanlar arasında kutuplaştırıcı ve bölücü bir dile yol açabilecek, hizmet eden bir kurum olarak tanımlanmaktadır. nefret iklimi yaratmak. sonuca varılmıştır. Farklı kimliklere sahip grupların var olduğu demokratik bir toplumda, herkesin kimliğine saygı gösterilmesini sağlamak devletin görevi arasında yer almakta ve bu durumda bazı özgürlüklere son verilmesi gerekebilmektedir.

“BASININ TOPLUMSAL İŞLEVİNİ İYİ İYİ YÖNLENDİRMEK İÇİN SORUMLULUK BİLİNCİ İLE HAREKET ETMEKTE ÖZGÜR OLDUĞU KADAR ÖZGÜR OLMALIDIR”

Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü tamamlayan ve kullanılmasını sağlayan basın özgürlüğü, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü gibi mutlak ve sınırsız değildir. Basının toplumsal işlevini yerine getirebilmesi için basın özgürlüğü kadar sorumluluk bilinciyle hareket etmesi de şarttır. Bu bağlamda geniş halk kitlelerinin fikir ve kanaatlerine etki eden ve onları harekete geçirebilen basın, etik kurallara uymalı, kişilerin hak ve özgürlüklerini ihlal edecek tutum ve davranışlardan kaçınmalıdır. Nitekim AİHM, basının ifade özgürlüğünü kullanırken görev ve sorumluluklarına uygun hareket etmesi gerektiğini ve bu misyon ve sorumluluklar kapsamında yayınlanan haberlerin basını ağır şekilde etkileme riski nedeniyle vurgulamaktadır. kişilerin erdem ve hakları, ‘başkalarının onur ve haklarının korunması’ konusunda yapılan sonlara dikkat edilmelidir. Hoşgörü ve tüm insanların onuruna eşit saygının demokratik, çoğulcu bir toplumun temellerini oluşturduğu gerçeğine dayanarak, toplumun ‘formaliteleri’, ‘koşulları’, ‘sınırlamaları’ veya ‘yaptırımları’ nefreti yayar, teşvik eder, yüceltir veya teşvik eder. izlenen hukuki amaçla orantılı olmak kaydıyla hoşgörüsüzlük temelinde. Bunları haklı çıkaran her türlü ifadenin engellenmesi hatta cezalandırılması gerekli görünebilir.

“MÜDAHALENİN 3 GÜN DURDURULMASI SONUCU ‘DEMOKRATİK BİR TOPLUMDA İHTİYAÇ VE ÖLÇÜLMÜŞTÜR'”

Davacının basın ve ifade özgürlüğüne müdahale, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarında belirtilen ilke ve kriterler çerçevesinde ele alındığında; Bu sözlerin kamuoyunu ilgilendiren gerçek bir kamu yararı tartışmasına katkı sağlayacak nitelikte olmadığı ve ilgili kişilerin manevi varlıkları üzerinde önemli bir etki yaratacağı dikkate alınarak, söz konusu müdahalenin idari yaptırım uygulanmasına karar verilmiştir. davacı şirket ve ihlal edilen programın yayınının 3 gün içinde durdurulması ‘demokratik’ kabul edilir. Bir toplumda gerekli ve ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.

Bu durumda Diyanet İşleri Başkanlığı; Tüm Müslümanları değil, sadece belirli bir mezhebi temsil eden, diğer inanç ve mezhepleri dışlayan ve bir mezhebin kara propagandasını yapan, farklı din ve mezheplere mensup bireyler arasında kutuplaştırıcı ve bölücü bir dile yol açabilecek, nefret ortamı yaratmaya hizmet ediyor. Böyle bir yaklaşımın Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla toplumdaki mezhepler arasında bir çatışma zemini hazırlayabileceği ve toplumdaki farklı mezheplere mensup kişiler arasında kin, düşmanlık ve kin duygularını ortaya çıkarabileceği belirtilmektedir. program konuğu tarafından dile getirilen söz konusu ifadeler, kamusal sorumluluk anlayışıyla bağdaşmaz ve eleştirinin sonunu getirir. ; Asılsız, genelleyici, şüpheli, ayrımcı ve ötekileştirici, toplumsal maliyetlerin hassasiyetlerini dikkate almayan, Diyanet İşleri Başkanlığı ve imam-hatiplerin toplum nezdindeki prestijini baltalayabilen ve amacını güden bu sözler; belli bir kesimde, farklı inanç ve mezheplere mensup kişi, kişi ve gruplar arasında bölücü ve kutuplaştırıcı bir söyleme hizmet edebileceği anlaşıldığından; ‘Tele 1’ logosu ile yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluş olan davacı şirket tarafından 20.09.2022 tarihinde saat 21:00’de canlı olarak yayınlanan “Ayrıntılar” adlı programda 6112 Sayılı Kanunun 8. maddesi hükmü yer almaktadır. Radyo ve Televizyon Kuruluş ve Yayın Hizmetlerine İlişkin. 6112 sayılı Kanunun 32 nci maddesinin beşinci fıkrasının hükmü gereğince, konunun birinci fıkrasının (b) bendinin ihlal edildiği belirtilmek suretiyle, Radyo ve Televizyon Kurumu toplantısında alınan 19 sayısı, Yayının 3 (üç) gün süreyle durdurulmasına ilişkin 19.10.2022 tarihli ve 2022/41 sayılı Televizyon Üst Kurulu kararında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.”

Kaynak: ANKA / Günümüz

aydintepehaber.xyz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu